Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Üşüdüysen Sıcak Denizleri Yakayım

Rusya’ya dair hatıralarımı bir yoklayayım dedim. İlk hatırladıklarım hep marşlar. Ben doğmadan önce biten Afgan Direnişi’ne ait marşı neden bit kadarken ezberlediğimi bilmiyorum. Hani şu “Hindukuş’tur dağları, mücahittir adları” diye başlayan marş. Sonra Çeçen Direnişi başladı. Kazananı olmayan mücadele… Okula yeni başladığımız zamanlardı galiba, Çeçen Marşı dinlerdik evde. İyice öğrenmiştik; Boşnaklar Sırplarla savaşıyordu, Çeçenler Ruslarla. Ruslar Sırplarla birleşip Boşnaklara saldırır mı acaba diye düşünürdüm. Coğrafya bilgim sıfırdı. Ama dünya haritasına bakınca sanki dünyanın yarısı Rusya’ymış gibiydi. Gözün doysun ulan! Sonra tarih dersleri geldi. Osmanlı-Rusya ilişkileri, Sovyetler Birliği ile Genç Cumhuriyet ilişkileri, İkinci Dünya Savaşı vesaire vesaire. Rusya’nın her yaptığının tek cevabı vardı: Sıcak denizlere inmek. Lan zaten bütün Asya senin, sıcak denizler de kusur kalsın değil mi? Yok ama illa inecek o sıcak denizlere. Hiç anlamıyordum valla. Kar, kış, kıyamet sever

Korkirem Balam Korkirem

Hayatım boyunca hep korkularım vardı. Birçoğunu yendim. Basit şeylerdi onlar zaten. Karanlık, gece tek başına bir odadan diğerine geçememe, karanlıkta uyuyamama, yatağın, koltuğun, kanepenin altında garip yaratıklar hayal etme gibi şeyler. Bunların hepsini üniversiteyi kazanıp evden ayrılınca yendim. Mecbur kaldım çünkü. Gece uyuyamazdım, yatakhanenin ışığını açacak halim yok tabi, oda arkadaşlarım uyuyor, ben de korka korka televizyon odasına inerdim, sabaha kadar otururdum bazen orada. Acıkırdım da haliyle. İlk zamanlar oturduğum yerden kalkamazdım korkudan; ama dedim ‘Rumeysa, bu işi şimdi halletmezsen hiç halledemezsin’, verdim kendime gazı, verdim kendime gazı, zifiri karanlık yemekhaneye gidip karnımı doyurmaya başladım. Böyle böyle üstüne gide gide korkularımı yendim. Hatta aynı odayı paylaştığım kızlardan biri geceleri çok fazla sayıklardı; ama bununki sayıklama falan değil bildiğin kavga ederdi rüyasında, çığlıklar atardı, ondan bile korkmamaya başladım zamanla. Bir gün bu kı

Durdurmayın Dünyayı

Hayat durmaz, siz tatil yaparsınız, keyfinize bakarsınız; ama hayat durmaz. Fatura ödemeyerek barışı getirebileceğinizi sanıyor olabilirsiniz ya da hastalara bakmayarak ya da sabah güç bela kalkıp okula gelmiş öğrencilerinize barıştan, kardeşlikten bahsetmek yerine hayatı durdurma bahanesiyle hafta sonu tatilinizi dört güne çıkararak. O çocukların hayatı durmadı mesela siz evinizde yattınız diye. Barış da gelmedi, gelmeyecek de hayata devam etmediğiniz sürece. Türk Dil Kurumunda ‘hayat’ kelimesinin karşılığı: 1- canlı, sağ olma durumu; 2- canlılığı gösteren hareket, kaynaşma. Terörün en basit uygulamasıdır belki de insan öldürmek, sağ olma durumunu ortadan kaldırmak; en temel hedefi ise hayatı durdurmak, canlılığı gösteren hareketi, kaynaşmayı sona erdirmek. Siz tembellik yapmadığınız sürece sadece insan öldürerek temel hedefine ulaşamaz terör. Daha fazla insan ölmesin, artık analar ağlamasın diye çalışmamanız için, insanlığa bir faydanızın dokunmaması için ortaya barış kılıflı bir

“Yurt Hayatı Sürprizlerle Doludur”

‘Bir kitap okudum hayatım değişti’ diyebileceğim bir kitap var mı bilmiyorum. Ama varsa da o kitap başlıktaki cümleyle başlayan kitaptır. “Şişkonun Bütün Adamları”. Çocukluğumun en güzel hikayelerinden biri. Bütün kuzenler elden ele dolaştırıp ikişer üçer kez okumuştuk. Ay Savaşçısıcılık, PowerRangersçılık, Şirinlercilik oyunlarımızın yerini alıp hayatımızda başköşeye kurulan Şişkonun Bütün Adamlarıcılık oyunumuzun temeli. O kadar çocuğa bir gün mutlaka bir yurtta kalma hayali kurduran kitap. Kitabı okuduktan yılar sonra hayalimize kavuştuk. Nihayet 8 kuzen bir yurtta kaldık. En orta yaşta olan ben 13 yaşındaydım. Yurt dediğim yatılı Kur’an kursu. Bir ay kalıp eve geri döndük. O bir ay hayatımızın en eğlenceli dönemlerindendi. Sanırım herkesin hayatında böyle anıları vardır.Oradaki kavgalarımız, yokluklar, imkansızlıklar, sorunlar şimdi gülmekten gözümüzden yaş getiren birer anı. Zaman böyle bir şey demek ki… O bir ay hiç bitmeyecek gibiydi halbuki. Sonraki yıllarda yine birer ay ka

Siyahlar ve Beyazlar

Kendisini İslami Komünist olarak tanımlıyordu. O öğrenciydi, bense ilk defa maaşlı bir işte çalışıyordum. Maaşımı ıslatacaktık ;) Güzel bir yemek yedik. Çay eşliğinde dünyaya dair muhabbet ederken bütün bankaları boşaltıp paraları ihtiyaç sahiplerine dağıtmaktan bahsetti. Bir dakika bir dakika. Benim ay boyunca boğaz patlatıp, onun doya doya gittiği okulumu bırakıp, vaktimi ayırıp kazandığım paradan bahsediyordu. Evet evet az önceki yemeği de o parayla yemiştik. ‘Orda dur’ dedim. ‘Bankaların İslam’a uygunluğunu tartışmak, faizden uzak durmak, maaş dahi olsa banka kullanımını eleştirmek ayrı; milletin parasını kafana göre çalıp (bana göre öyleydi) canının istediğine dağıtmak ayrı. Zenginden çalıp fakire vermek, yani gasp… Tabi ben işe güce girip parayı görünce kapitalist sistemin esiri olduğumdan sizin banka patlatmaktaki ulvi amacınızı anlayamayabilirim ama hayat öyle sizin keyfinize göre bir şey değil.’ Öğrencilik hayatını tamamlayıp para kazandığı işlerde çalışmaya başlayınca cebind

İçinizi Karartmaya Geldim

Biz ne kadar çok sloganla büyümüşüz. ‘Sokağa çık, hayat sokakta’ denmiş bize de o sokağa niye çıkacağımız orda ne yapacağımız öğretilmemiş. ‘Tepkini göster, sesini çıkar’ denmiş de avaz avaz bağırmamak, kendini dinletmeyi başarmak öğretilmemiş bize. Uluorta haykırmayı öğrenmişiz, sadece ses çıkarmışız, o sesleri nizami çıkardığımızda beste yapabilecekken biz gürültü yapmayı tercih etmişiz. O kadar sağır olmuşuz ki kendi gürültümüzü duymaz olmuşuz. Yorulup eve döndüğümüzde başkalarının gürültüsü ağrıtmış başımızı, ‘Buna hakkınız yok, girin evinize’ diye çemkirmişiz de başımızın ağrısına kendi gürültümüzün sebep olabileceği hiç aklımıza gelmemiş. Dört tarafı ironilerle çevirili cennet vatanımızda yine cennetten çıkma tepkilere sarılma dönemine girmişiz. İzahı olmayan olayların mizahı nasıl yapılır? ‘Neden?’ diye sorduğumuzda yüzlerce analist çıkar karşımıza, her biri kendinden olmayana hakaret ederek nedenini açıklar;‘Nasıl?’ diye sorduğumuzda yine çıkıp dev ekranlara dokunarak harita

Hayırdır İnşaallah

Batı hayal kurarmış doğu ise rüya görürmüş. Bana ikisi de uyar. Hayal kurmakla plan yapmak arasındaki farkı anlayınca hayal kurmacılık baya eğlenceli geldi bana. Kuruyorsun hayalini ama umut bağlamıyorsun, olursa ne ala olmazsa pekala. Rüya görmek ise en büyük hobim. Tabi başta yazdığım sözün alt metni bu birkaç cümle gibi basit değil ama bugün olayı yüzeysel değerlendirmek istedi canım. Evet ne diyorduk? Rüya görmek en büyük hobim. Bazen diyorum ki acaba gerçek hayat rüyalarımız da gerçek hayat diye yaşadıklarımız mı rüya? Eğer öyleyse çok mutlu olurum. Çünkü hem 26 yıllık deneyimle rüyalarımı yönlendirebiliyorum hem de rüyada hiçbir şeyin sınırı yok. Uçmak dersen uçmak, duvardan geçmek dersen duvardan geçmek… Kesinlikle yaşamak istediğim yer. Uykuyla seviyesiz ve olabildi ğ ince ç irkef bir ili ş kimiz var. Gece yatmak sabah kalkmak bilmeyenler ekol ü ndenim evet ama mesele sadece bununla kalsa epey mutlu ve d ü zenli bir hayat ı m olabilirdi. Mevzu okul ve i ş hayat ı mda gece y

Medeni Hali: İçine Cin Kaçmış

‘Oturmaya mı geldik buraya ayol, oynayacağız deli gibi’ demeyi çok isterdim tabi. Fena mı olurdu dünya gözüyle bir mürüvvetimi görseydiniz! Öyle Esra Erol gibi ‘Amaann evlenmeyen kalmasın’ diye ortalıkta salınmalarınız boşa gitmeseydi. Bir çeyrek takıverseydiniz elinizde kalmasaydı. Fena mı olurdu? Valla fena mı olurdu iyi mi olurdu bilemeyeceğim ama siz bize evlenmedik diye cüzzamlı muamelesi yapmasaydınız ne olurdu? Bakın ben evliliğe karşı falan değilim. Allah’ın emri, Peygamber’in kavli sonuçta. Bunu hayatımızın tek amacı yapmaya çalışmanıza karşıyım. Bunun biraz tercih, biraz da nasip meselesi olduğunu anlamamanıza karşıyım. En hanım kız halimle ağırladığım misafirler dedikodularını bitirip evlerine gitsinler artık diye içimden saniyeleri sayarken (a aaaa ne ayıp) bir taraftan da çayları tazeliyordum. Birden kulağım tanıdık mevzulara denk geldi. Bir kızdan bahsediyorlardı, kız tahminimce yaşıtım. Yaşını göstermiyor olmanın bir dezavantajı, misafirler kızdan küçük olduğumu san

Ben Senu Seçtuğumi Da Dünyalara Bildirdum

Efendiimmm yine geldi kapımıza bir seçim dayandı. E biz daha yeni yazmıştık, “Akıllı uslu oy verin, besmelenizi çekin, güzelce okuyun üfleyin, mührü tam yuvarlağa denk getirin” yazısını. Şimdi bir tane daha yazmak gerekecek. Zaten memlekette seçim yazısından bol bir şey yok, seçimden çok yazı malzemesi de yok. Madem öyle, bir seçim yazısıyla daha karşınızdayım. Denk geldi, güzel de oldu, tam 18’imi doldurduğum yıl ilk oyumu kullandım. İslamcı ailem için oy vermek bazılarının düşündüğü gibi şirk falan değildi. Her zaman çok önemsenen bir davranıştı. Yeri gelir köyden sırf oy vermek için gelinir, yeri gelir hasta yatağından kalkılır gidilir, yeri gelir su içmeye yerinden kalkamazken tekerlekli sandalyeyle okul kapısına dayanılırdı. Erken seçim olasılığı yüzde yüze yaklaşınca şöyle bir parmak hesabı yaptım. Bu benim kullanacağım dokuzuncu oy olacaktı. İlki hariç hepsinde de oy vermek için gurbet ellerden baba ocağına gelmiştim. Kimine göre ‘Bir oy için değer mi çektiğin yola, verdiğin

Bir Pollyanna Değilim

6 kuzen Hoca’nın balkon konuşması sırasında ve sonrasında çok coşkuluyduk. Çok kalabalıktı ve herkes coşkuluydu, umutluydu, güveniyordu. Her ne olursa olsun seçimden birincilikle çıkmıştık. Dönüşte kornalar, bayraklar, marşlar… Ortada bir zafer vardı ve kutladık. Genel Merkez’den uzaklaşıp evin yoluna girdikçe tabi kornalar azaldı, camlar kapandı, derin bir sessizlik. ‘Evet’ dedim, ‘Şu an HDP’nin barajı geçtiğini ve ülkenin koalisyonla yönetilme ihtimalini hatırlamamız gereken an.’ Güzel şeyleri bozmayı severim :D Realist olmak bunu gerektirir. Arabada iç çekişler, ahlar, vahlar. Koalisyonla yönetilmek nedir pek biliyor muyduk acaba? Yarı yaşım kadar yıldır tek parti iktidarı var ‘bu ülke’de. Ama bu parti iktidara geldiğinde çocuk da sayılmazdım. Koalisyona dair hatırladığım şeyler 28 Şubat’ın hemen öncesi. Sonra zaten 28 Şubat… Ondan sonraki koalisyon hükümetleri ile ilgili birbirlerine kürsüden saydırmalarından başka ne hatırlıyorum acaba? 28 Şubat kararlarını uygulamada epey uzla

Bir Maratonun Sonu ya da Henüz Başı

Hükümetsiz ilk günümüzden merhaba! Zamanın birinde bir arkadaşım ülkenin en berbat şekilde yönetildiği günlerde bir Sudanlının kendisine ‘Hiç şikayet etmeyin, şükredin başınızda bir hükümet var’ dediğini söylemişti. Allah onların da ellerini tutup yaralarını sarabilecek bir devlet olmayı nasip etsin bize. Seçim sonuçlarını sadece kendi vatandaşlarının değil birçok mazlumun ve zalimin de dört gözle beklediği bir ülkede yaşıyoruz. ‘Bu ülke’nin jeopolitik konumu bu kadar stratejik öneme sahip olmasaydı n’olurdu sanki! Bazen basıp gidesim geliyor İzlanda’ya. Komşu yok, sınır yok, patlayınca bütün Avrupa’nın hava trafiğini felç eden bir yanardağın da olmasa kimsenin adını hatırladığı yok. Harika! Ama ‘bu ülke’nin manevi konumu jeopolitik konumundan daha büyük öneme sahip ve bir yerde zulüm görenlerin adını hatırladığı ilk, belki de tek ülke olmanın ağırlığı da bir o kadar büyük lütuf. Şükrediyoruz, kaçıp gitmek yok, çalışmaya devam. Seçimin sonuçları hem ‘bu ülke’ için hem de gözü kulağı ‘b

Arz Ederim Sayın Seçmenim

Biz İslamcı kuşağın bebeleri ister istemez ucundan kıyısından bir şekilde siyasete bulaşmak durumunda kaldık. Zamanında dolaylı veya direkt olarak ağzımızın ortasına vurulduğu için hep bir zafer kazanma nidasıyla yetiştirildik. Sadece ülke siyasetiyle alakalı değil, tüm dünya Müslümanlarıyla alakalı az ya da çok bir bilgimiz ve bilincimiz oldu. Benim bulunduğum jenerasyon için de bu geçerli. Analarımız babalarımız hep bu bilinçle yetiştirdi bizi. 28 Şubat’ta 8 yaşındaydım ama çok net hatırlıyorum mesela. Hoş ben 2 buçuk yaşımda yaşadıklarımı da hatırlıyorum ama :D 94 ve 95 seçimleri de hafızamda. Ahahaha hatta kuzenlerimle ‘Necmeddin Erbakan bir gün olacak başbakan’ diye sıradan bir çocuk oyununun içinde tezahürat etmemiz de. Kafama çok net kazınmış bir başka sahne de Tansu Çiller’in kürsüden Mesut Yılmaz’a (bu kısmı bacımızın meşhur ses tonu ve vurgusuyla oku sayın okuyucu) ‘Çamur adam seni’  diye bağırmasıdır. Sonra başörtüsü eylemlerine gidişimiz var. Çoluk çocuk maaile. 8 yıllık eğ

5N 1K

Bu ay dersimiz gazetecilik… Televizyon dizilerinde bol aksiyon ve heyecanla anlatılan, özendirilen, reelde malum siyasi görüşe sahip değilseniz ve dindarlık seviyeniz ‘Benim dedem de hacı’ ise her türlü dokunulmazlık hakkına sahip, prestijli bir o kadar da karakterinizi ortaya döken bir meslek… Şu ortamda bir meslekten çok daha fazlası… Dünyanın birçok ülkesinin aksine bizde 4 yıllık fakültelerde 90-100 kişilik sınıflarda eğitimi verilen/verildiği düşünülen, okurken ‘Gazetecilik mi okuyorsun, aaaa ne heyecanlı, ben de hep gazeteci olmak isterdim, konuşmayı çok severim’ gibi tepkilere maruz kalacağınız bir alan… “Hep gazeteci olmak isterdim; çünkü konuşmayı çok severim.” Aslında Türkiye’deki gazetecilik ortamının en net ifadesi bu… Ama konumuz bu değil. Gazetecilik okumaya başladığında ilk gösterdikleri şey Kevin Carter’ın meşhur fotoğrafıdır. Yakınlardaki Birleşmiş Milletler kampına gitmeye çalıştığı sanılan açlıktan ölmek üzere olan bir çocuk ve başında onun ölümünü bekleyen akbaba

Bir Kadınlar Günü Yazısı ya da Onun Gibi Bir Şey

Şöyle çıksam sokaklara sesimin son noktasına kadar bağırsam ‘Zehra’yı rahat bırakın’ diye. Yine ikiyüzlü duyarlılıklarıyla baş başa kaldık. Yine onlar haklı oldular. Yine en çok onlar kadın haklarından, kadın erkek eşitliğinden falandan filandan bahsettiler. Yine en çok onlar alkışlandılar. (Bu ‘onlar’ ‘bizler’ söylemi beni artık o kadar rahatsız etmiyor ki… Onlardan ayrı olmaya çalışmak vicdan borcummuş gibi sanki. Hayır, tertemiz değilim. İkiyüzlülüklerim de var, farkında olmadığım ya da kurtulmaya çalıştığım. Hiçbir zaman bu ikiyüzlülüklerim alkışlanmayacak ve ben bu ikiyüzlülüklerimle hiçbir zaman gurur duymayacağım. Bundan eminim işte. Bu yüzden ‘onlar, onlar, onlar’ diye bir gruptan bahsetmek beni hiç rahatsız etmiyor.) Onlar, her zaman bir kadına rol biçilmesinden rahatsız olduklarını ifade ettiler ve bunun mücadelesini verdiklerini söylediler. Ve onlar her zaman bize bir rol biçtiler, o sınırların içinde kalmamızı istediler. O sınırlar içinde kaldığımız müddetçe adildi her ş