Tövbe mi Estağfurullah-2

Evet, film beklentilerimi karşıladı. Filmi hem sinematografik hem de dini açıdan eleştirebilecek kadar sinema ve İslam tarihi bilgisine sahip olduğumu düşünmüyorum. O yüzden filme çok büyük beklentilerle gitmedim. Daha önce hiç üç saatlik bir filmi kesintisiz izlemediğim için film beni ayılıp bayıltmadan koltuğa bağlasın, bittiğinde ağzımda hoş bir tat bıraksın, müzikleri beni cezbetsin, bir de kendimce hakaret sayabileceğim diyaloglar ve sahneler barındırmasın istedim. Böyle olursa benim için Çağrı’dan bir farkı olmaz diye düşündüm; çünkü sinemayla tek bağım Çağrı filmi. Filmde cidden rahatsızlık duyduğum tek noktayı görmezden gelirsem aynen de böyle oldu.

Filmin eleştiri noktaları üzerinden gidebiliriz. Öncelikle evet, ciddi anlamda bir mucize çocuk durumu var. Film Peygamber Efendimizin hayatının 12 yaşına kadar olan dönemini anlatıyor ve tamamen olağanüstü özelliklerle donatılmış bir çocuk çıkıyor karşımıza. Bunların bir kısmı için doğruluk payı yoktur denilemez. Açıkçası bunda bizim eleştirebileceğimiz bir mesele göremiyorum. Filmi Sünni bir Türk de çekmiş olsaydı Efendimizin doğduğu gece Kisra sarayındaki sütunların devrilmesini, Mecusilerin bin yıllık ateşinin sönmesini, Peygamberimizin Hz. Halime’nin evine nasıl bereket getirdiğini, başının üstündeki bir bulut tarafından nasıl koruduğunu falan anlatırdı. Hatta belki soundtracke de “Muhammed’in düğünü var cennete”yi eklerdi. O yüzden bu mevzuya çok takılmamak lazım. Nihayetinde sinemadır ve yarısı kurgudur. Sahneler etkileyiciydi, çekim kaliteliydi, önemli olan budur.

Efendimizin çocuk halinin suret olarak olmasa da bedenen gösterilmesi mevzusu ise karışık… Biz küçükken Allah’ı resmetmeye çalışırdık. Biliyorum komik ama öyle. İnsan kendisine çokça anlatılan bir şeyi görmek istiyor, nasıl bir şey olduğunu anlamak istiyor. Yarattığı hiçbir şeye benzemez mi, hımmmm o zaman kolu bacağı yok. O kadar büyük ki her yeri kaplıyor, her yerde o var. Hımmm o zaman bütün kağıdı kaplamalı. Kafasız olmaz, ama yarattıklarına da benzemez. O zaman insan kafasına benzemeyen bir kafa çizelim. Gibi gibi gibi. Bu yüzden Peygamber Efendimizin şemaili döndürülüp döndürülüp okunmuyor mu, insanların başuçlarına konmuyor mu, hatta buzdolaplarının falan üstüne asılmıyor mu? İnsan demek ki çok sevdiği birini gözünde canlandırmak istiyor, onu görmese de görmüş kadar olmak istiyor. Bu şemaillere göre Efendimizin tasvirini yapan da olmuştur. Ben Peygamber Efendimizin ve de diğer peygamberlerin tasvir edilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Peygamberlerin beşer olduğunu unutalım, onları ulaşılamaz kılalım, hatta tanrı-insan gibi görelim falan demiyorum. Sadece çok çok çok değer verip arkasından yürüdüğümüz insanların herhangi bir insan gibi gösterilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Ama bu meselede imani bir taraf göremiyorum. Hz. Yusuf dizisini izlemiyorum mesela. Protesto etmek için falan değil. Sadece Hz. Yusuf’u, Hz. Yakub’u siyah ekranda görmek bende tarif edemeyeceğim bir his uyandırıyor. Oyuncuları oynadıkları rollerle özdeşleştirmek hastalığının bir sonucu olabilir, bilemiyorum. Ama kimseye de izlemeyin diye propaganda yapmam. Nihayetinde dediğim gibi, bu imani bir mesele değil ve insanlara bu yolla peygamber sevgisi aşılanıyorsa bırakalım izleyen izlesin diye düşünüyorum.

Majidi’nin filmine de Efendimizin çocuk bedenini görmekten rahatsız olacağımı bilerek gittim. Çocuk halinde arkadan saçlarını görüp “Oy kurban olurum, nasıl güzel çocuksun sen” dedim. Bunu gerçekten dedim. Saçlarını falan okşayasım geldi. Bebek halinde ellerini koklaya koklaya öpmek istedim. Bir de yazıp yazmamak da kararsız kaldım ama. Anlatmayın böyle şeyleri diyorlar ya. Ben çocukken Efendimizi görmüştüm rüyamda, çok hasta ve ateşli olduğum bir zaman. Bebekliğini görmüştüm. Filmdeki bebek, sureti görünmese de rüyamda gördüğüm bebeğe benziyordu. Tarif edemeyeceğim, iyi mi kötü bilmediğim şeyler hissettim. Rahatsız oldum mu, evet. Bu satırları yazarken niye ağladığımı ise bilmiyorum. Öyle tuhaf bir şeydi. Efendimiz, sadece çocuk bedeniyle de olsa, gösterilmeden de bu film çekilemez miydi? Çekilirdi kesinlikle. Ama gösterildi diye de insanları aforoz etmenin bir anlamı yok. Görmek istemeyen gitmez, o kadar. Kimseye de bu sebepten gitmeyin diye propaganda yapılamaz.    

Filmde Ebu Talib’in iman etmiş gösterilmesi meselesi bence önemsenecek ya da tartışılacak en son mesele bile değil. Adamın kaynaklarında öyle yer alıyor. Biz de kendi kaynaklarımıza göre çekelim bir film o zaman. Hem bize de çocukluğumuzdan beri anlatılmaz mıydı, “Diliyle hiç söylemedi iman ettiğini ama…” ile başlayan cümlelerle? Peygamber Efendimizin, amcası ölmeden önce, onun ayağının altı hariç bütün bedenini sıvazladığını, böylece Ebu Talib’in cehennemde yanmayacağını, sadece ayağının altından çok hafif bir şekilde yanacağını anlatıp durmadılar mı bize? Adam bunu bir tık ileriye taşıyıp Ebu Talib’in iman ettiğini söylüyor. Bir film üzerinden 1400 yıl önce yaşamış bir insanın imanını tartışmak mantıklı gelmiyor bana. O yüzden çok da takılmamak lazım bu mevzuya.

Majidi’nin filmleriyle tek alakam müzikleriydi bu filme kadar. Daha önce hiçbir filmini izlemedim, çünkü sinemayla tek bağım… Öhöm neyse. Onun daha sıcak, küçük hikayelerle kendini sevdirdiğini, böyle iddialı ve büyük paraların döndüğü bir yapımın Majidi’nin kalitesine ve sıcaklığına zarar verdiğini söylüyorlar. Kıyaslayamayacağım için bilemiyorum tabi. Bu iddianın sonucunda filmdeki Fil Vakası çıktıysa bence değmiş. Filmi sinemada tekrar izlemem, televizyonda verildiğinde de tamamını izleyeceğimi sanmıyorum; ama filmin o kısmını tekrar tekrar görmek için her yolu deneyeceğimi biliyorum. Yalnız bazı sahneler o kadar zorlama ve uzundu ki. Sanki film uzasın diye eklenmiş gibi. Şimdi Majidi fanları beni taşlayabilir. Adamın belki tarzı bu, ben bilemem tabi. Ama zaman zaman “Şu sahne de olmayaydı, sen de bu filmi beş yılda değil üç yılda çekeydin, şu film de üç saat değil iki saat olaydı, belimiz boynumuz tutulmadan izleyeydik, sen yine ekmeğini yiyeydin, biz yine mutlu olaydık n’olurdu hacı” diye Majidi’ye sızlandım. Çünkü sinemadan anlarım.

Gelelim filmin beni cidden ama cidden rahatsız eden noktasına. Filmde Yahudilere ve Hıristiyanlara o kadar fazla selam çakılmış ki. Ufak tefek sahnelerle de değil, baya göstere göstere. Hatta neredeyse film bunun üzerinden yürüyor da diyebilirim. Film Müslümanlara değil, Hıristiyanlara ve Yahudilere çekilmiş eleştirilerine yüzde yüz katılıyorum. O kadar ki sonunda Mahsun Kırmızıgül’ün çıkıp “Hepiiimiiizzz kardeeeşiiizzz” diye türkü çığırmasını bekledim. Bunda ne kötülük var diye düşünebilirsiniz, evet. Hz. İsa’ya da Hz. Musa’ya da iman ediyoruz. Peygamber Efendimizin mesajıyla Onların mesajı temelde aynı… Mesele şu ki filmde sanki Yahudiler ve Hıristiyanlar bu mesajı hiç bozmamış gibi birlik vurgusu yapılıyor. Üstelik beni bundan da fazla rahatsız eden şey; Hıristiyanlarla ve Yahudilerle bu birlik mesajı verilirken hiç gereksiz ve yersiz bir şekilde Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları düşmanlığının asla bitmeyeceği bağıra bağıra söyleniyor. Neden canısı? Peygamber Efendimizin hayatının anlatıldığını iddia eden bir filmde bunun yeri ne diye sormadan edemiyor insan. İşte bu noktadan sonra bütün masumiyetini kaybediyor film. “Filme gitmeyin imanınız gider” diyenlerin eleştirileri ne kadar politikse film de o kadar politik oluyor. İşte bu olmadı gözüm…

Şimdi bana soruyorlar filme gidelim mi gitmeyelim mi diye. Bir insana film nasıl diye sorulur, konusu ne diye sorulur, filmin imdb puanı kaç, kim oynuyor, gittiğime değer mi diye sorulur. Ama “Filme gitmeyin diyorlar, sen gittin, gidelim mi gitmeyelim mi” diye sorulmaz. Ben iyi ki gittim. İyi ki neler olup bittiğini kendi gözümle gördüm. Belki ben yanlış anladım, belki ben fazla hassas ya da fazla duyarsız davrandım, belki fark edemedim bir şeyleri. Filme gidin. Hatta dayanabilirseniz birkaç kez gidin. Sonra da beraber düşünelim neden biz böyle bir iş yapmıyoruz, yapamıyoruz diye.


Son bir not: Filme çocuklarınızı götürmeyin deniyor. Ben de aynı şeyi söyleyeceğim ama aynı niyetle değil. Filmi yedi yaş altı iki çocuğu olan bir aileyle izledim. Ve çocukların korktukları sahneler oldu. Bir de bir süre sonra iyice bunalıp analarını da bunalttılar. Ağlamaya falan başladılar. Filmi mümkün mertebe yedi yaş altı çocuklarınızla izlemeye kalkmayın derim ben. Saygılar.          

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cuma Günü Uçmayan Kuş

Arz Ederim Sayın Seçmenim