Cuma Günü Uçmayan Kuş


2012 yılından bu sahne. Samet Doğan’ın Cuma Günü Uçmayan Kuş’unu okuyalı epey oldu. Son zamanlarda okuduğum en insani romandı Cuma Günü Uçmayan Kuş. Kitabın yazarını haberlerinden ve sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla, hamasi bir roman olmayacağını, bize bir kahramanlık hikayesi anlatmayacağını biliyordum. Aslında ben kitabı elime aldığımda herhangi bir karakterin üzerinden Suriye’yi okumayı beklemiştim. Ya da yazar, kendi adına başkasını konuşturur diye düşünmüştüm. Ancak kitapta yazarın bizzat kendisiyle karşılaştım. Kitabın insani noktası da işte burada başladı. Yüreğime dokunan elbette Suriye’de yaşananlar, elbette bombalar, kan, toz ve yıkılıp giden hayatlar, hayaller… Ama benim için kitabı insani yapan şey yazarın bütün zaaflarını, doğrularını, yanlışlarını açık yüreklilikle anlatmış olmasıydı. Bir kahramanlık hikayesi beklemiyordum; ama bilmediğimiz bir karakter üzerinden anlatılacak bir hikaye bekliyordum ben. Yazarın kendi hikayesini anlatması benim için hayalkırıklığı olmadı, tam tersine kitabı daha da özel kıldı. Yazar, kendi hikayesini anlatırken, bütün ‘ben’liğinden sıyrılmıştı. Korkuları, zaafları, attığı adımlar… Okuyan herkesin ‘Ben de olsam aynı şartlarda aynı tepkiyi verirdim’ diyeceği şeyler. Yazar, bir başkasının hikayesinde değil kendi hikayesinde, kendini okuyucuya öyle açmış ki, hislerini öyle açık yüreklilikle anlatmıştı ki… Bu delicesine insani bir roman… Roman demeye dilim varmıyor. Yaşananların film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmesi hadisesi… Geçip giden bir şeyleri okumayı beklerdim. Unutmamak için, tekrar tekrar hatırlayalım diye. ‘Her şey bitti şimdi; ama bak bunlar yaşanmıştı, unutma’ diye yazılmış bir roman olsaydı keşke. Ve aslında bu yaşananlar keşke sadece bir roman olsaydı. İdlip’e hala bombalar yağıyor, ben bunları yazıyorum. ‘Üzülme, ye’se kapılma’ diye gürleyen ruha sahip olmayı çok isterdim. Ama benim hiç umudum yok. Umut bir yerlerde öylece duran, sahip olunmayı bekleyen bir nesne de değil artık benim için. Ne o bir yerlerde öylece duruyor ne de bende ona doğru koşacak istek var. 6 yıl oldu sanki bin yıldır devam ediyormuş gibi. Her gün daha da kötüleşerek geçip giden 6 yıl... Bir gün illaki bitecek, bundan kaçış yok. Ama savaş bittiğinde her şey de bitmiş olacak onunla birlikte. Koca bir mazi, koca bir millet, koca bir hayal, koca bir umut, koca bir gelecek… Her şey bitmiş olacak. O mazi yeniden inşa edilebilir mi? Ya da çocukların korkuları geçer mi? Unutulabilir mi? İlk defa bir ilk romanı okuduğumda ‘Devamı gelir inşaallah’ diyemedim. Nasıl denir? Henüz bitmemiş, bitmesini deli gibi istediğin ama bittiğinde de ne olacağını bilmediğin bir roman bu. Yine de daha çok anlatsın, daha çok bilelim, daha çok hatırlayalım, o çokça anlatsa da biz bu duruma alışmayalım gibi hisler… Yazarına teşekkür edip duaya sarılmaktan başka yapabileceğim bir şey yok gibi…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arz Ederim Sayın Seçmenim