Gezi Parkı ile başlayan olaylar zincirinde meselenin
ağaç olmadığı artık herkesçe bilinen bir gerçek. Eylemler ilk olarak Taksim
Yayalaştırma Projesiyle birlikte Gezi Parkı’ndan ağaçların taşınacak olmasıyla Sırrı
Süreyya Önder’in, aslında bir milletvekilinin, yaptığı eylemlerle başladı.
Sonra çevreci gençler de ona katıldı, parkta sabahlamaya başladılar, polisin
müdahalesi geldi, bu müdahaleyle olaylar bir anda büyüdü ve çevre eylemi
olmaktan çıktı. Hepimizin şahit olduğu bir süreç… Bu noktada polisin ilk birkaç
günkü sabah müdahalelerini hiçbir görüş meşru gösteremez ve savunamaz. İçinde
bulunduğunuz her kesim için geçerlidir bu. Bir kere polisin sabaha karşı
eylemcilere yaptığı bu müdahale olaya neresinden bakarsanız bakın insani değil.
Diğer taraftan polisin müdahalesiyle olayların büyüdüğü ve farklı grupların
katılımının arttığı da aşikâr… Bütün bunlar yaşanırken bir de baktık ki aslında
orada bir alış veriş merkezi inşa edilecekmiş, hayır hayır topçu kışlası inşa
edilecekmiş, hayır asıl Atatürk Kültür Merkezi yıkılacakmış. Nasıl olurmuş. Hep
duyulan geçmiş zaman eki. Gelinen noktada artık o ilk birkaç gün müdahale eden
polisin de bu eylemleri organize edenler olduğunu düşünüyorum. Yoksa nasıl bu
kadar seslerini duyuracaklardı, çıkardıkları anarşi nasıl meşru görülecekti ve
eylemler bir anda nasıl hükümeti devirme projesine dönecekti? Benim tüylerimin
diken diken olduğu nokta insanların söylemleri. Taksim bizim, Gezi Parkı bizim
dili. Başbakanın sert üslubunu eleştirirken bir taraftan da bu faşizan söyleme
dikkat kesilmemiz gerekirdi. “Biz herkesi kucaklıyoruz” diyorlardı ya. Bu o
kadar tepeden bakan bir söylemdi ki. Siz kimsiniz, biz kimiz ve siz hangi
vasıfla bize kucak açıyorsunuz? Eşit değil miydik? Nihayetinde Gezi Parkı ile
ilgili çalışmalar tamamlanıp park tekrar halka açıldığında da aynı söylem
hâkimdi. “Burası bizim.” Gezi Parkı, iktidarı diktatörlükle suçlayanların
kurdukları küçük bir diktatörlüktü bana göre. Ve bünyesinde bunun gibi birçok
absürtlüğü barındırıyordu. Gezi Parkı ile başlayan eylemler zincirinde
gençlerin özgürlüğü, gece yarılarına kadar tencere tava çalmak, insanları
ekmeklerinden etmek, hayatı durdurmak suretiyle istemiş olması da bir örnek. Dolayısıyla
hiçbir meşru tarafı yok. Bana göre Gezi Parkı’nın hikâyesi apolitikliğini
üstünden atmış, yaptığı esprilerle siyasete yeni bir boyut getirmiş ve artık
sesi çıkan gençler değil, her şeyiyle, atılan her adımla, yapılan her eylemle, söylenen
her sözle ortaya çıkan büyük bir kibir.
Başbakan Erdoğan’ın bu süreçteki söylemi tartışmaya
açık. Çoğunluk gibi ben de ilk günlerde Başbakan’ın üslubunun sertliğini
eleştirenlerdendim. Bu sert üslup yerine uzlaşmayı ve dinlemeyi denemeliydi.
Ama bunun hiçbir etkisinin olmadığını Brezilya örneğinde de apaçık gördük.
Başbakan Erdoğan için de zorlu bir süreçti ve hala devam ediyor. Bunu kendisinin
ilk günlerdeki haletiruhiyesi ile Kazlıçeşme’deki haletiruhiyesi arasındaki
farktan da rahatlıkla anlayabiliriz. Başbakan’ın hala darbe korkusu vardı ve
haklıydı da. Üstelik yalnız olduğunu düşünüyordu ki milli iradeye saygı
mitinglerini organize etti. Havaalanı karşılaması da organizeydi ama o da Sincan
Pazar Yeri’ndeki kalabalık da Başbakan’ı rahatlatmamıştı. Kazlıçeşme’de bir
buçuk milyonu görene kadar. Bu süreç içinde Başbakan Erdoğan ilk birkaç gün
kaybettiği oyları ilerleyen günlerde artırdı. İyi bir seçim çalışmasıydı ve Başbakan
on yıldır beraber yürüdükleriyle hala beraberler mi değiller mi emin olmak
istedi. Safları sıklaştırdı. Türkiye’yi bölmeye çalışıyor tartışmalarına katılmıyorum;
çünkü Türkiye hiçbir zaman bir ve beraber bir ülke olmadı. “Bizim aramızda
başörtülüler de var” söylemi bile son derece ayrımcı bir söylemken Başbakan’ın safları
sıklaştırması ülkeyi bölmek değil, herkesin tarafının belli olmasıdır.
Burada bir parantez de Melih Gökçek’e açmamız
gerekir. Olaylar kimin çalışmaları neticesinde başladı? Gezi Parkı nerede? Peki
neden Kadir Topbaş değil de Melih Gökçek kendini bu kadar paralıyor? Neden
Başbakan Erdoğan’ın her mitinginde yanı başında Kadir Topbaş değil de Melih
Gökçek var? Melih Gökçek’in beklediği menfaati Kadir Topbaş beklemiyor mu?
Neden ısrarla kendisini geri plana itiyor? Kadir Topbaş’ın bu olaylardan
beklentisi, gidişata dair fikri ne?
Geldiğimiz nokta artık demokrasi kavramını
sorgulamamız gereken nokta. Demokrasi sandıktan ibaret değil; çünkü adalete
demokrasiyle ulaşamıyoruz. Oy verdiğim ve iktidara taşıdığım partinin öncelikle
benim taleplerimi karşılamasını beklemem en doğal hakkım; ama demokrasi elbette
çoğunluğun azınlığa tahakkümü değil. Diğer taraftan, azınlığın haklarının
korunması demek de çoğunluğun haklarının yok sayılması demek değil. Azınlıkta
ve çoğunlukta bulunanların kimler olduğu da önemli bir ayrıntı. Ve yaşadığımız
günlerde gördük ki demokraside çareler tükenmiş. Demokrasi hiçbir sorunumuza
çözüm bulmuyor ve biz hala demokrasi söylemini devam ettiriyoruz.
Brezilya ve ne yazık ki Mısır örnekleri önümüzdeyken
Başbakan Erdoğan’ın darbe korkusunu ve sert üslubunu anlamak çok daha
kolaylaşıyor. Brezilya ile Türkiye’nin benzer süreçte ilerleyen gelişimleriyle
birlikte yaşadıkları bu olaylardaki mizansenlerin bire bir aynı olması ve kısa
bir süre içinde Mısır’ın Tayyip’i olarak gösterilen Mursi’nin devrilmesi,
uluslararası örgütlerin ve özellikle medyanın olaylara baktığı çerçeve komplo
iddialarını güçlendiriyor; hatta bu iddialara kesinlik kazandırıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun
Taksim’in Tahrir’e örnek olduğu yönündeki zavallı ve utanç verici açıklaması
bir yana Mısır’da yaşanan darbeyi Gezi Parkı’ndan bağımsız tutmak mümkün değil.
Türkiye’de Gezi Parkı’yla başarılı olamayanlar, Mısır’da Tahrir’le başarılı
oldular. Aslında burada hedef ne Tayyip Erdoğan ne de Mursi. Buradaki hedef
dünyayı yönetenlerin önüne çıkan, düzenlerini bozan engeller. Bölgedeki
müttefikliğin onların aleyhine ilerleyen seyri, Suriye politikası, İsrail ile
olan ilişkiler, güç dengelerinin bozulması sebeplerden yalnızca birkaçı. Sadece
bunları görmek bile Mısır ve Türkiye üzerinden oynanan oyunu anlamaya yetiyor.
Bize “Türkiye dururken Mısır’dan size ne” diyenlerin de anlaması gereken bir
oyun. Adeviyye’de bulunan kardeşlerimizin haklı ve şanlı direnişinin her
halükarda yanında olmak bir tarafa şunu da görmek gerekir ki Mısır kaybederse Türkiye
kaybeder. Yaşananlar yeni bir dönemin başlangıcı ve bu yeni dönem içinde ya
dünya yeniden kurulacak, kartlar yeniden dağıtılacak, dengeler değişecek ya da bütün
İslam dünyası kaybedecek. Belki uzun yıllar sürecek bir mücadeleye giriyoruz ve
bu mücadele içinde Gezi Parkı gibi, Hatay gibi, Uludere gibi birçok hadiseyle
karşılaşacağız. Bu süreçte bizim durduğumuz yer neresi olacak?
Demokrasi milletin gördüğü hoş bir rüya
YanıtlaSilMillet kendi kendini yönetecekmiş güya
...
diye devam eden neyzen memonun bir divanı var.
Zira gelişmekte olan olarak adlandırılan ülkelerin eline verilmiş en güzel oyuncaktır demokrasi :)