‘Yav He He’
Bu yazıyı yazmak için son teslim gününün son saatine kadar
bekledim. Hayır hayır, bu sefer tembellikten değil. Klasik olarak yılbaşına
dair, eğitim hayatımıza dair (22. onur yılımın içindeyim), hava durumuna dair
hazırladığım birçok taslak vardı. Meşhur Charlie Hebdo saldırısı
gerçekleştiğinde de planım değişmemişti. Konuya dair yazmamakta hala kararlıyım
aslında. O zaman kendi eğitim hayatımdan bahsedeyim biraz.
Lisans eğitimimi gazetecilik üzerine tamamlayıp üstüne epey
tembellikle geçen bir yüksek lisansla cila çekmeye ne zaman karar verdim
bilmiyorum. Memleketimde iletişim fakülteleri, affedersiniz, ‘Eşeği bağlasan
dört yılda mezun olur’ namına sahip fakültelerdir, bunu da bilmeyen yoktur. Kanımca
gerçekten de böyledir. Atomu parçalamıyoruz neticede. Gazetecilik okumuş/okuyor
olmanın bana kazandırdığı nadir ve fakat her zaman uygulayamadığım şeylerden
biri her gördüğün habere ‘Yav he he’ refleksiyle yaklaşmak. O haber sürecine
biraz ucundan tanık olan herkesin göstereceği bir refleks. Ne yazık ki her
zaman uygulayamıyoruz. Son zamanlarda şiddetle hissettiğim bir şey, her bir
habere ilk etapta yalan gözüyle bakmak. Tavır olarak yanlış, biliyorum, fakat
haberin ÜRETİLDİĞİ bir medya ortamında da daha olumlu bir tavır mantıklı
gelmiyor. Bir olay habere dönüştürülürken kelimelerin yeri değiştirilerek, bir
kelime fazladan kullanılarak aptal yerine konulmak daha yanlış nitekim. Bir
örnekle açıklayacak olursak, Charlie Hebdo saldırısını özenle ele alabiliriz. İslam
coğrafyasına tavrı ezelden belli gazetelerin, televizyonların haberleri hiç
umrumda değil. Lakin mesela bizim cenah dediklerimizin ilk dakikadan itibaren
dikkati derginin yayınladığı karikatürlere, bununla bağlantılı olarak
saldırganların dinlerine, saldırıda atılan slogana çekmesini eziklikten başka
bir şeyle açıklayamıyorum. Sen suçu sana suç atılmadan kabul ettikten sonra
islamofobya tohumları atılıyor çığlıkları atsan ne fayda. Sonuçları itibariyle
bana zarar vermesi planlanan bu saldırıda bir Müslüman olarak üstüme alınmam
gereken bir şey yok. Isıtıp ısıtıp sunmak gereksiz, lakin sadece geçmişte
değil, şu saniye itibariyle bile sebepsiz (!) yaptıkları katliamlar ortada
dururken üstelik. Dünya üzerinde akıtılan her bir masum kanının acısını içimde
hissediyorum. Ha ne diyorduk? Benim eğitim hayatım, evet. Bir tez konusu
belirlemem lazım, acil olarak. Ne olsa acaba?
Hava durumundan da bahsedecektim değil mi? Her yıl olduğu
gibi bu yıl da bize ilkokulda öğretilen sıraya göre kış aylarına girmemizle
birlikte sabahları bir ritüel olarak ilk iş camdan baktım. Kış, en sevdiğim
mevsim; kar, en sevdiğim doğa olayı. Geçen yıl kar görmemiş olmanın verdiği
açlıkla gül döktüm yollarına tadında bekledim karın yağmasını. Karla birlikte
gelen bu soğuğu ise en son çocukluğumda görmüştüm. Rektörlük tatil ilan
etmeyince iki gün boyunca hocalara yalvarıp kendi kendimize tatil ilan ettik,
bu soğukta burnumuzu dahi dışarı çıkaracak halimiz yoktu. Burunlarını sokacak
yerleri olmayanlar… Hani dört yıldır her saniye öldürülenler… Hani mesela bir
saldırıyla İslam’a çamur atmaya hazır olanların yıllardır görmek istemedikleri,
yıllardır öldürdükleri, evsiz barksız bıraktıkları… Ne diyorduk? Evet, güzel
kar yağdı, hamdolsun. Bir yer mi açık, hafiften bir esinti geliyor sanki.
Yılbaşı kaldı değil mi? Bu konuda konuşmaya gerek yok. Her
yıl olduğu gibi bu yıl da İslam dünyasında coşkuyla kutlandı. 2015’ten değil,
Allah’tan dileğim hepimize akıl, fikir ihsan etmesi. Herkese iyi seyirler.
Yorumlar
Yorum Gönder